12.11.2008

requiem for a scream

rezil olmanın güzel ellere resti
kimsesizliğin erken inmesi tümden hayata
bir akşam rus ruleti etkisi travmasında terkin


porselen iskemlede neden kalakalır
fil lanetini okur yavaş derinden


sessiz haince itiraza nazikçe elveren
o nur
yolsuz ol ur
ceninin rahme aşkı zeminin yeryüzüne
dumansız issiz atılan mari oturur nereye derken


lüverin sapma direnci
sessiz yalvaç dilenci


haydi yine parla çılgın elmasım
yine ağla akayım boş gözlerinden!

11.11.2008

zenci sigara


geçecek, hepsi geçecek. kalanlar da kendi aralarından bir ebe seçecek kaatil olmaya. kimseye söylenemez ayıp yaralar, karalar çalınca yeryüzüne; karalar parçalanır bir yerlerde. yeni kıtalar,yeni denizler. yalınkat gerçekliğinde insanların, hiçbir gerçek sorunun cevabı yok. sorulan soruları anlayacak hal bile yok, hepsi gevşek. gerçek. ve gevşek.

keyifsiz bir zenci sigara, bir zenci sigara daha. çıtır çıtır. sanki sigaradan başka yanık bir şeyler daha var. evet, burası yanık umut kokuyor. öylece kalakalmış tuvalet aynasında. arkasında belirsiz ayak izleri, belirsiz dayak izleri, çocukluktan yadigar cinnetler, sarılıp ağlamalar kardeşçe, sanrılı sayıklamalar; ölekalmış boş sokaklar dolanan gözlerinde, ağzında travmatik aromalı mayhoş tadı acının. ben bu bahsini ettiğim ve tüm bahislerde 1'e 1 verdiğim (ona ben) kadına deliriyorum. onu pek eskiden bilirim. hiç işi olmaz gerçek gevşek gerzeklerle. bir çocuk şarkısı mırıldanır durur nicedir: "deli deşik eşik düşek". geçecek hepsi
geçecek. yalan! kalan kalır ve öyle kalakalır ki; kulakçık, kapakçık
kan revan.

kasap kestiği eti bilir ötesini bilmez.
ve kesen de kesilen de öyledir ama
gerçek değildir aslında hiçbir mezbaha.

bir zenci sigara daha.

10.11.2008

rakıya bal gatılmaz

yenmiş tırnaklara birer ödül, yenik
ağızlardan birer ödün vermenin mevsimi
geldi. beklenen masa ve örtüsü
öteki sallantılardan beri ayaklarının
altına vakti geçik bir takvim yaprağı
sıkıştırılmamış. ve insan
sevdiğinin çekici vuruşlarını bilmeli.

ölüm: tanrı cıgarasını söndürür.
zıvanadan çıkmış kullara mutlaka
başka bir çare düşünülür.
orakla orasını burasını kesmiş
kadınının, çekici silah bilmiş
sokak, arkasını gösterir replikli
o kılıksız adam benim.

saat ona geliyor yurda dönmeliyim.

9.11.2008

yoksunluk krizi

orda bir vapur var. görmediğimden değil
atlamıyorsam ona karadan kara çağrılar
karşıyaka ıssız olmamıştı hiç bu kadar

ağarmanın özensiz natürmortu gök
çok uzak savaşlardan bir gazi
emir veriyor hâlâ komutan sanıyor kendini
kendi dandik dinini dayatıyor denize
kendinize yaranızı saracak sıkı bir alsancak
bulun, orda yine al kollarında kaybolun
yoksunluğun


krizi çektikçe canım sen odandan bu dama
uzatıyorsun alevini. yakamda kurtuluşta ilk yakılacak
organların listesi

hiç bu kadar ıssız olmamıştı bu kıyı
babası ölmüş bir iskele sanıyorum kendimi

deplasenta


eşyanın bilhassa kıpırdanmalarına göz diktim.
göz pis bir penceredir çok atlanılası. ki
sular kadar ben akışkan görmedim
sular dediğim; özsuları gözlerin.

kimse geri dönüşüme yeltenmiyor ve
bellek kendi iktidarına sarılıyor yine:
her cenin aslında ellenmediği için nazenin.
daha demin, buradan ölübebeklerim kalkıp
yürüdüler annelerine.
kolları, bacakları; yolları, sapakları ürkek
onlar henüz bilmiyorlar pek kasıklardan
kasıklara kurulan kör köprüleri.
körpeler.

gözlerin bilhassa dikilen bebekleri
prematüre hezeyan ve evsiz kalmışlık
içersinde kıvrım kıvrım aşkları gibi
geçiyorlar kollarımdan enseme doğru.

sular kadar ben akışkan görmedim
sular? dediğim, yaman soru.

sekizin etimolojik tahlili*


su ek iz

açıp pencereyi perdeyi kapatıyorum. neden
böylesi bir düz koruma? yoluma kuş ya da
taş koyduğunuzda yolumu bileceğim ve
bileylediğim parmaklarımı ben de size
doğrultup şöyle söyleyeceğim:

söz bir perdedir, bir gözkapağı,
olduğu değin gözün bir pencere
çok atlanılası, çok kapatılası.

bundandır sanırım dikilen gözün ardından
yaş biçilmesi. zamanın geçişi yanılgısı gibi
tüm yargıların kaygıya döndürmesi gibi kendini
ufak çocukların silme umarsız oluşu yani
mutlaka bundandır suyun en akışkanlığı.

çünkü usun zıddı olarak su; orada, tam
orada, bilincin lincini imler.


sekiz

dimdik bir sonsuzluk işte tüm haliyle
sudan ve ustan aldıklarını bir değirmen
gibi öğüten; uzayın soyut kanıtıdır da
üç boyutun üçüne de bir selam çakımı:

yedi’nin yenilgisi ve yeşil bir bayrağa
karşı bir siyah bayrak!



*ilhan berk, çok yaşasın sayılar’a selam.